“La ilahe illallah” ın fayda verebilmesi için söyleyen kimsenin bu kelimenin manasını bilip, bu mana gereğince amel etmesi gerekir.
Bazı insanlar birtakım naslardan delil getirerek “La ilahe illallah” ın sadece telaffuz edilen bir sözden ibaret olduğunu iddia ediyorlar.
Şeyh Süleyman b. Abdullah bu iddiaya şu şekilde cevap veriyor:
İtban’dan (r.a.) Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi:
“Allah kendi rızasını kazanmak için ‘La ilahe illallah’ diyen kimseye Cehennemi haram kıldı.” (Buhari, Rikaak: 6; İstitabe: 9; Müslim, İman: 47; Tirmizi, İman: 17; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 4/44.)
Muaz b. Cebel (r.a.) binek üzerinde yolculukta Allah Rasulü’ne (s.a.v.) arkadaşlık ettiğinde Nebi(s.a.v.) ona:
“Ya Muaz!” diye nida etti.
Muaz b. Cebel:
“Buyur Ya Rasulullah! Hazırım” dedi.
Rasulullah (s.a.v.):
“Allah, Allah’tan başka ibadete layık ilah olmadığına ve Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet eden her kula muhakkak ateşi (Cehennemi) haram kılmıştır.” (Buhari, Cihad: 46; Rikaak: 36; Müslim, İman: 49.)
Ubade b.Samit’den (r.a.) Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Her kim La ilahe illallah ve enne Muhammedun Rasulullah şehadetini getirirse Allah ona ateşi (Cehennemi) haram eder.” (Buhari, Enbiya: 47; Tefsir: 5/17; Müslim, İman: 46; Tirmizi, Kıyame: 10; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/436, 5/292.)
Ebu Hureyre Rasulullah (s.a.v.)’tan şöyle buyurdu:
“Allah’tan başka ibadete layık ilah olmadığına ve benim de Allah’ın Rasulü olduğuma şehadet ederim. Her kim hiçbir şüpheye yer bırakmaksızın bu iki kelimeyle Allah’ın huzuruna çıkarsa Cennet’e girer. (Müslim, İman: 10.)
Rasulullah’ın (s.a.v.) “La ilahe illallah diyen kimse ateşe (cehenneme) girmez” (Buhari, İlim: 105; Müslim, İman: 10.) hadisi ve benzeri hadisler, bir çokları tarafından yanlış yorumlanmış, bazıları ise hadisler karşısında zorlanmış, hatta bunlara mensuh diyenler bile olmuştur.
Çünkü tevhid (La ilahe illallah) kelimesi; Allah’tan (c.c.) başka tapınılan ve saygı gösterilenleri reddetmeyi, Allah (c.c.) sevgisini, Allah’ın (c.c.) tüm emirlerine boyun eğmeyi ve teslimiyeti, Allah’a (c.c.) kamil manada itaati, samimi ve ihlaslı olarak şirkten uzak bir şekilde ibadet etmeyi, yasakladığını yasaklamayı, ver dediğini vermeyi, onun için sevmeyi, O’nun için buğzetmeyi gerektirir.
“La ilahe illallah” kelimesini dille söyleyen bir kimsenin bütün amellerini şirkten temizlemesi gerekir.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Kim La ilahe illallah’ der ve Allah’tan başka ibadet edilenleri inkar ederse, malı, kanı haram kılınmış olur. Hesabı ise Allah’a bırakılmıştır.” (Müslim, İman: 23; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 3/472.)
Muhammed b. Abdu’l Vehhab en-Necdi bu hadisle ilgili olarak şöyle diyor:
“İşte Allah Rasulü bu kelimenin manasını en açık şekilde izah etmiştir. Dikkat edilirse hadis, bu kelimeyi sadece dil ile söyleyen kimsenin malının ve canının haram olmayacağını, sadece bu kelimenin manasını bilmekle imanın gereğinin yerine getirilmiş olmayacağını bildiriyor.
Evet, bu kelimeyi sadece ikrar etmek, Allah’tan başka ibadete layık ilah olmadığını, O’nun eşi ve ortağı bulunmadığını söylemek kişinin can ve mal emniyetini sağlamak için yeterli olmuyor.
Kişinin can ve mal emniyetine sahip olabilmesi için yukarıda sıralanan şartlarla amel edip, tüm küfür çeşitleri ve düzenlerini reddetmesi, üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmesi gerekir. Bu kelimenin gereklerini yerine getirmediği, bunlardan biraz olsun uzaklaştığı ya da şüphe ettiği taktirde can ve mal güvenliği söz konusu olmaz. (Kitabu’t-tevhid: 115.)
Şunu kesinlikle bilmemiz gerekecektir ki: Amaç, sadece bu kelimenin (La ilahe illallah’ın) lafızlarını saymak veya ezberlemek değildir.
Nitekim Vehb b. Münebbih kendisine “La ilahe illallah Cennetin anahtarı değil midir?” diye soran bir kimseye şu cevabı vermiştir:
“Elbette öyledir, ancak açacak olan anahtarın dişleri varsa! Bilindiği gibi hiçbir anahtar dişsiz değildir. Ancak dişleri olan bir anahtar getirirsen senin için Cennetin kapısı açılır, aksi takdirde açılmaz.
İşte bu anahtarın dişleri, “La ilahe illallah” kelimesinin manasını bilip, şartlarını yerine getirerek amel etmektir. Bunlardan bazıları şunlardır:
1. La ilahe illallah kelimesinin red ve ispat anlamında taşıdığı tüm manaları gereğince bilmek.
2. Şüpheye yer bırakmayan gerçek anlamda iman. Bu kelimeyi söyleyen kimse, şek ve şüphe bulunmaksızın kelimenin neye delalet ettiğini ve içeriğinin ne olduğunu bilmelidir. Çünkü iman denilince, onda zannın yeri yoktur, onda kesin bilgi şarttır.
3. Bu kelimenin gerektirdiği tüm şartları, diliyle ve kalbiyle kabullenip teslim olmak.
4. Bu kelimenin gerektirdiği şeylere boyun eğmek ve buna aykırı olan her şeyi terketmek.
5. Doğruluk. Amellerin kalbin söylediği ve dilin ifade ettiğiyle uyumlu olması.
6. İhlas. Şirk şaibelerinden ve kötülüklerinden arınarak halis bir niyetle amel etmek.
7. La ilahe illallah kelimesini söyleyip gereğince amel edenleri sevmek, yerine getirmeyip çelişki içinde olanlardan da nefret etmek.
8. Müminleri dost edinmek, kafirlerden uzak durmak ve tağutu reddetmek.
İbn-i Teymiyye ve bazılarının şu sözü, bu konu hakkında söylenecek sözlerin en güzelidir.
“Tüm bu hadisler, şehadet kelimesini söyleyen ve bu hal üzere ölen kimseler hakkındadır.”
Bu hadisler, diğer rivayetlerde “doğrulamak, manasını bilmek hiçbir şekilde şüphe etmemek, kalbinden halisane bir yakinle söylemek” gibi kayıtlarda da görülmektedir.
Şüphesiz tevhidin hakikati, ruhu tümden Allah’a (c.c.) yönelterek Allah’tan (c.c.) başka ibadete layık ilah olmadığına şehadet etmektir. Böyle bir kimse sözünde doğru olduğu takdirde Cennete girecektir. Çünkü ihlas, tüm günahlardan gerçekten tevbe ederek kalbi Allah’a (c.c.) yöneltmektir. Kul bu hal üzere öldüğü takdirde Cennete nail olacaktır.
Mütevatir hadislerde kalbinde bir arpa veya hardal tanesi ya da toz zerresi kadar da olsa imandan eser bulunan kimsenin, ateşte ebedi olarak kalmayacağı, “La ilahe illallah” üzere ölenin, cezasını çektikten sonra Cehennemden çıkacağı ve ateşin Allah (c.c.) için namaz kılıp secde eden ademoğlunun secde izlerini yakmayacağı bildirilmiştir.
Bütün bu açıklamalardan, Allah’tan (c.c.) başka ibadete layık ilah olmadığına ve Muhammed’in (s.a.v.) Allah’ın (c.c.) kulu ve elçisi olduğuna şehadet eden kimse için Cehennemin haram kılındığı anlaşılmaktadır.Ancak önemli kayıtlarda bunun şartları da belirtilmiştir. Dolayısıyla ihlastan, yakinden uzak olan ve manasını idrak etmeksizin bilmeden kelime-i şehadeti söyleyen kimsenin, ölümü sırasında bununla imtihan olacağından korkulur; bu durumda şehadetten ayrılarak, şehadet üzere ölmeyebilir.
Çoğu kimse “La ilahe illallah” kelimesini sadece bir örf ve gelenek olarak söylemekte, iman kalplerinin derinliklerine girmemektedir. Bu kimseler çoğunlukla, hadislerde açıklandığı gibi ölüm anında fitneye uğramaktadırlar.
O zaman sorulduğunda hadiste belirtildiği üzere;
“İnsanları bir şey söylerken işittim, ben de söyledim” (Buhari, Cenaiz: 68, 87; Müslim, Cennet: 70. Ebu Davud, Cenaiz: 78; Nesai, Cenaiz: 110; Tirmizi, Cenaiz: 70.) şeklinde cevap verirler. Bu gibi kimselerin amelleri de çoğunlukla kendileri gibi olanları kuru bir taklitten öteye gitmez. Onların hali şu ayette belirtilene oldukça yakındır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“... Biz atalarımızı bir din üzere bulduk; şimdi biz de onların izine uyuyoruz” derlerdi...” (Zuhruf: 43/23)
O halde kişinin bu kelimeyi; ihlasla ve tam bir yakinle, ayrıca günah işlemeden, günahta ısrarlı olmadan gerçek bir kavrayışla söylemesi konusunda, hadisler arasında bir çelişki yoktur. Burada ihlas ve yakinin tam olması için Allah’ı (c.c.) her şeyden fazla sevme zorunluluğu da vardır. Bu durumda kişi Allah’ın (c.c.) yasakladığı şeylere karşı kalbinde herhangi bir meyil veya sevgi hissetmeyecektir.
Şüphesiz, bu iman, tevbe, ihlas, sevgi ve yakin, gecenin gündüzü giderdiği gibi ondaki günahları giderecektir.
Muhammed b. Abdulvehhab hadisler için şöyle bir açıklama getirmiştir:
Bunların, bir başka şüphesi şudur;
“Rasulullah (s.a.v.) “La ilahe illallah” diyen bir adamı öldürmesi üzerine, Üsame’yi (r.a.) azarlayarak:
“Sen, o adamı ‘La ilahe illallah’ dedikten sonra mı öldürdün?” demiş (Buhari, Diyet: 2; Müslim, İman: 96, 158, 159.) ayrıca:
“İnsanlarla, ‘La ilahe illallah’ deyinceye kadar savaşmakla emrolundum” buyurmuştur.” (Buhari, İman: 17; Müslim, İman: 22, 41; Tirmizi, İman: 1-2.)
“La ilahe illallah” diyenlere dokunulmayacağına dair daha başka hadisler de vardır. Cahillerin bu hadisleri delil olarak getirmedeki amaçları; “La ilahe illallah” ı, amellerinde göstermeseler bile sırf dille söyleyenlerin tekfir edilemeyecekleri, öldürülemeyecekleri, hatta ne yaparlarsa yapsınlar, haklarında bir şey yapılamayacağı şeklindeki görüşlerini ispatlamaktır.
Bu cahil müşriklere denir ki:
“Rasulullah (s.a.v.) “La ilahe illallah” diyen yahudilerle savaştı ve onları esir aldı. Rasulullah’ın (s.a.v.) ashabı da, Allah’tan (c.c.) başka ibadete layık ilah olmadığına ve Muhammed’in (s.a.v.) de Allah’ın Rasulü olduğuna şehadette bulunmalarına, namaz kılıp, müslüman olduklarını ileri sürmelerine rağmen, Beni Hanife ile savaştı. Ali b. Ebu Talib tarafından yakılanların durumları da böyleydi. Bu cahiller de, öldükten sonra dirilmeyi inkar edenlerin kafir olduklarına ikrar ediyor ve öldürülmeleri gerektiğini belirtiyorlardı. Bu kimseler:
“La ilahe illallah” dedikleri halde bu bir şey değiştirmedi. Tıpkı; İslamın rükunlarından herhangi birisini inkar eden bir kimsenin tevhid kelimesini söylemesinin, tekfir olunması ve öldürülmesi açısından bir şeyi değiştirmediği gibi. Rükunlardan birini inkar durumunda kişi tekfir ediliyorsa, fer’i meselelerle ilgili herhangi bir şeyi inkar halinde neden tekfir edilmesin?
Usame (r.a.), “La ilahe illallah” diyen bir kişiyi, can ve mal korkusuyla müslüman olduğu zannıyla öldürmüş. Rasulullah (s.a.v.) da yanlış bir uygulamada bulunduğunu belirterek onu azarlamıştı. Eğer bir kişi, müslüman olduğunu açıklarsa, bu kişiden aksi bir durum sabit olmadıkça malına ve canına dokunulmaz. Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, “Sen mümin değilsin” demeyin.” (Nisa: 4/94)
İşte bu ayete göre; tevhid kelimesini söyleyen, fakat durumunu bilmediğimiz bir kişiyle karşılaşmamız halinde, iyice araştırıp durumunu belirleyinceye kadar, onun malına ve canına dokunmamamız gerekir. Eğer İslama aykırı bir durum sergilerse öldürülür. Çünkü:
“İyi anlayıp dinleyin, tespit edip ortaya çıkarın” ifadesi buna işaret etmektedir. Bu kelimeyi söyleyen kişi, buna uygun amel etmediği görüldüğü takdirde, eğer öldürülmeyecekse araştırıp soruşturmanın bir manası yoktur. Nitekim bu konuda, manası bizim yaptığımız yoruma uygun bir çok hadis vardır. Yani bir kişi tevhid kelimesini söyleyip müslüman olduğunu açığa vurursa, ona dokunmamak vaciptir. Ancak söyledikleriyle çelişen bir durum tespit edildiği takdirde gereken yapılır.
Bunun delili ise şu hadistir:
Rasulullah (s.a.v.) Usame’ye (r.a.) şöyle buyurmuştu:
“Sen, o adamı ‘La ilahe illallah’ dedikten sonra mı öldürdün?”
Yine şöyle buyurmuştur:
“İnsanlarla “La ilahe illallah” deyinceye kadar savaşmakla emrolundum.”
Haricilerle ilgili olarak da şöyle buyurmuştur:
“Onlarla nerede karşılaşırsanız, hemen öldürün. Eğer ben onlara erişebilseydim (onları görebilseydim), onları tıpkı Ad kavminin öldürülmesi gibi, öldürürdüm.” (Bu iki hadisin birleşmesinden meydana gelen bir hadistir. Bunlardan ilki: “Onları nerede bulursanız, hemen öldürün” Buhari, Salat: 28; İstitabe: 3; Müslim, Zekat: 1066. İkincisi: “Ad kavminin öldürülmesi gibi onları öldürürdüm.” Buhari, İ’tisam: 2, 28; Müslim, Zekat: 1064.)
Hariciler, çok ibadet eden ve çok tehlil getiren (La ilahe illallah diyen) kimselerdi. Hatta, sahabeler, onları gördüklerinde kendi ibadetlerini küçümserlerdi. Bunlar ilmi sahabelerden öğreniyorlardı. Bütün bunlara rağmen, “La ilahe illallah” demeleri, fazla ibadet etmeleri ve müslüman olduklarını söylemeleri onlara bir yarar getirmedi. Daha önce anlattığımız, yahudilerle ve Beni Hanife ile savaş durumu da böyleydi.
Hafız İbn-i Receb Kelimetü’l-İhlas ismiyle isimlendirdiği risalesinde konuyu şöyle açıklamıştır. (Hafız İbn Receb el-Hanbeli, Kelimetü’l-İhlas: 13-14.)
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“La ilahe illallah, Muhammedun Rasulullah’a şehadet edinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum.” (Buhari, İman: 16.)
Ömer (r.a.) ve sahabeden bir grup, bu hadisi şeriften yalnızca bu iki şehadeti getiren herkesin dünya cezasından (onlarla savaştan) kurtulacağını anlamışlardı. Ancak “La ilahe illallah”a şehadet etmesine rağmen zekatı vermeyen kimseyle savaş etme hususunda tereddüte düşmüşlerdi. Ebu Bekir Sıddık (r.a.) bu hadis-i şeriften kendisiyle savaşılmayacak olanın, ancak “La ilahe illallah”ı söyleyip, bunun mana ve gereğince hareket eden kişi olduğunu anlamış ve bu görüşüne Rasulullah’ın (s.a.v.) şu hadisi şerifini dile getirmiştir.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
“La ilahe illallah’ı diliyle ikrar edip, bu sözün gereğince hareket ettikleri vakit, onlar benden mallarını ve canlarını korumuş olurlar. İnsanların (gizli işlerinden dolayı olan) hesapları da Allah’a aittir.” (Müslim, İman: 8.)
Ebu Bekir Sıddık (r.a.):
“Zekat malın hakkıdır” demiştir.
Ebu Bekir’in (r.a.) anladığı bu mana İbni Ömer, Enes ve diğer birçok sahabi tarafından Rasulullah’tan (s.a.v.) aşağıdaki gibi rivayet edilmiştir:
“La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah deyip namazı gereği gibi kılıp, zekatı verinceye kadar insanlarla muharebe etmekle emrolundum. ” (Buhari, İman: 16; Müslim, İman: 8.)
Bu hadisin içerdiği manaya, şu ayetler de delil oluşturmaktadır.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Eğer tevbe eder, namazı kılar ve zekat verirlerse yollarını serbest bırakın.” (Tevbe: 9/5)
“Eğer tevbe eder, namazı kılar ve zekatı verirlerse sizin kardeşiniz olurlar.” (Tevbe: 9/11)
Bu dindeki kardeşlik, ancak tevhidle beraber diğer farzların da edasıyla gerçekleşir. Şirkten tevbe ise, ancak tevhidle mümkün olabilmektedir.
Ebu Bekir Sıddık (r.a.) bu hadisten çıkardığı manayı sahabiye açıklayınca, onu doğrulayarak bu görüşünü kabul ettiler. Sadece La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah diyen kimseden, dünya cezasının kaldırılmayacağını, (muaf tutulmayacağını) aksine İslam’ın şartlarından birini ihlal ettiğinden dolayı muhakkak cezalandırılacağını bundan dolayı ahirette de ceza göreceğini bildirmişlerdir.
Alimlerden bir grup şöyle demiştir:
Bu hadislrde geçen “La ilahe illallah”ı söyleyip ona şehadet etmek, Cehennemden kurtulmayı ve Cennete girmeyi gerektirir. Bu gereklilik ise, söylenen sözün şartlarının hepsinin bir arada bulunması ve onu ortadan kaldıracak bir durumun olmaması halinde geçerli olur. Tevhid kelimesinin şartlarından biri eksik olduğunda veya onu ortadan kaldıracak bir söz ve amel bulunduğunda bu kelime, söyleyenin Cehennemden kurtulmasını ve Cennete girmesini sağlayamaz. Bu, Hasan ve Vehb İbn-i Münebbihe’nin açık görüşüdür.
Firuzdak’ın hanımı öldüğünde, defnedilirken Hasan (r.a.) Firuzdak’a şöyle sordu:
“Bu günün için sen ne hazırladın”
Firuzdak:
“Yetmiş yıldan beri söyleyegeldiğim “La ilahe illallah” diye cevap verdi.
Bunun üzerine Hasan (r.a.):
“Bu ne güzel hazırlık! Fakat La ilahe illallah için bilinmesi ve uyulması gereken bir takım şartlar vardır. Ayrıca iffetli kadınlara iftira etmekten sakın” dedi.
Hasan’a (r.a.) denildi ki:
“İnsanlar La ilahe illallah diyen kimsenin Cennete gireceğini söylüyorlar. Ne dersin?”
Hasan (r.a.):
“Kim La ilahe illallah der ve onun hakkını verir yani gerekleriyle amel eder, onu bozucu şeylerden kaçınıp şartlarını hakkıyla eda ederse Cennete girer.”
Veh bin Münebbih’e “La ilahe illallah Cennetin anahtarı değil midir?” diye soran kimseye o şöyle cevap verir:
“Evet. Fakat, her anahtarın dişleri vardır. Eğer dişli anahtar getirirsen kapı sana açılır. Anahtarın dişleri yoksa açılmaz.” (Buhari, Cenaiz: 1.)
İlim ehlinden nakletmiş olduğum bu sözler, bence bu zan ve şüphelere reddiye olarak yeterlidir.
“La ilahe illallah” diyen salih bir kimse, sihir yapmak ve sihir ehlini doğrulamak, Allah’tan (c.c.) başkasının gaybı bildiğini iddia etmek, kafir ve müşrikleri dost edinmek, din ehliyle alay etmek, din adamlarını Rab edinmek, Allah’tan (c.c.) başkasına kurban kesmek, hakimiyeti Allah’tan (c.c.) başkasına vermek, Allah’tan (c.c.) başkasına dua etmek ve Allah’la (c.c.) kendisi arasında vasıtalar edinmek vb. şeyleri yaparsa “La ilahe illallah”sözü ona hiçbir şekilde fayda vermez.
Cahiller kendilerine delil olarak mücmel (kapalı) nasları alır, bunun yanında tamamen açıklanmış nasları terkederler. Bunların hali kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar edenlerin haline benzer.
Allah Teala bu çeşit insanlar hakkında şöyle buyuruyor:
“Kitab’ı sana indiren O’dur. O kitabın bir kısmı muhkem ayetlerdir; bunlar Kitab’ın aslıdır. Diğerleri ise müteşabih ayetlerdir. Kalplerinde eğrilik bulunan kimseler, fitne çıkarmak ve (heveslerine uygun) tevilini yapmak için müteşabih olan ayetlere tabi olurlar. Oysa müteşabihin tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde yüksek dereceye erişmiş olanlar ise: ‘Biz ona inandık, hepsi de Rabbimiz katındadır.’ derler. Bunu, akıl sahiplerinden başkası düşünmez.”
“Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi (bu yoldan) saptırma ve bize kendi katından bir rahmet bağışla; şüphesiz bağış sahibi olan yalnız Sensin.”
“Rabbimiz! Geleceğinde şüphe olmayan Kıyamet Gününde insanları toplayacak olan muhakkak Sensin. Allah, elbette vaadinden dönmez.” (Al-i İmran: 3/7-9)
Ey Allah’ım! Bizi hakkı hak bilip, ona tabi olan ve batılı batıl bilip ondan sakınanlardan eyle.